25 Şubat 2011 Cuma

Bu aralar...

Yemek yapamıyorum. Ama “Akdeniz Yemakleri” başlığını taşıyan güzel bir kitaba sahip oldum.

Neden yemek yapamıyorum? Doktorlarla işlerim vardı bu hafta. Sağ gözüm tembelmiş, onu öğrendim. Bir dermatolog vasıtasıyla embriyolarımın en başta ufak bir yanlışlık geçirdiğini öğrendim. Boynumda ufak bir leke vardır, o lekenin sebebi benim haylaz embriyolarımmış mesela. Önemli bilgiler sanırım bunlar. İnsan kendine dair bilmediği şeyleri öğrenince baya bir aydınlanıyor.

Birkaç gün daha böyle gider sanırım. Sonra kitabımla ben, Fas'tan Yunanistan'a ilginç yemeklerle sunum yapıyor olacağız.

Bu arada; daha önceki sunumlardan denedikleriniz oldu mu hiç? Bunu merak ediyorum. Tadını nassıl buldunuz? İşinize yarar mı? Haberdar edin beni. Ne yaptığımı bileyim.

Bir de; teşekkür ederim yorumlar için.

Esen kalın.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Kurabiye, 'damla sakızı'na misafirliğe gider...

Dün klavyeye almış olduğum salı ve dizi içerikli yazının sonunda belirtmiştim. “Hazır olun ağalar beyler, damla sakızlı kurabiye yapacağız”, demiştim. Yaptım. Enfes oldu kanımca.



Uzatmıyorum günün her anı yenebilecek bir atıştırmalıktan öte olması gerektiğini düşündüğüm damla sakızlı kurabiyenin tarifi için elimizde olması gerekenleri sıralıyorum.

  • 150 gram margarin -tuzsuz tereyağı bulabilen varsa onu kullansın
  • 1 su bardağı toz şeker
  • ½ çay bardağı sıvı yağ –fındık yağı bu kurabiyenin prensi olabilir
  • 1 çay kaşığı toz damla sakızı –dövülmüş de olabilir, bana şiddet içerikli geldi dövülmüş sözü
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1 paket vanilya -şekerli vanilin de diyorlar
  • 4 su bardağı un -elenince harika olduğunu söylememe gerek yok sanırım
  • 2 adet yumurta –sarılarını ve beyazlarını birbirinden ebediyen ayıracağız

Ayırma, eleme hazırlama safhalarından sonra ise şöyle bir yapım senaryosu var:

Yumurta sarıları, toz şeker, margarin ve sıvı yağ birbirini kabullenene kadar karıştırılıyor. Ardından damla sakızı, un, kabartma tozu ve vanilya ekleniyor. 
Yoğurmak için iyi günümdeyim diyenler ve bu kurabiyeyi yapmak isteyenler için her neye ve kime kızdıysak, o aşamaya gelmenin tam zamanı. Yoğurabildiğiniz kadar yoğurun. 
Bir ara verip fırını ısıtmayı unutmayın. Sonrasında ise ister ellerinizle ister kalıpla şekil vererek tepsiye yerleştirme aşaması var. Yumurta sarılarına ne mi oldu? Tepsiye dizim dizim dizilen kurabiyelerin üstüne, yepyeni bir çarşafı serer gibi, sürüldü. Fırında yerini bulan kurabiyeler üstü pembeleşinceye kadar oradalar. 
Damakta lezzet olmak için hazırlar.

Afiyet, bal, şeker...

15 Şubat 2011 Salı

Salı akşamları

Bu hafta da, tıpkı diğer haftalarda olduğu gibi bir salı gününü barındırıyor. Bakın benden nasıl bir fikir yumurtlaması geliyor: Salı, varlığından ya da yokluğundan çok haberli olmadığımız bir gün.
Pazartesi, hafta başı kendine has bir sendromu var.
Çarşamba, hafta ortası ve insana kendini biraz olsun iyi hissettiriyor.
Perşembe, Cuma'ya bir kala!
Cuma, kim mutlu değil ki!
Cumartesi, güneşli ya da güneşsiz, harika.
Pazar, akşama kadar uyumalı, kalan zamanda duş alıp, kaşlarını düzeltip, tırnaklarını daha iyi törpüleyip, pazartesiye kin ve nefret yüklemeli.

Peki, Salı?

En azından benim için öyle. Salı anlamsız. İşsizseniz ve evdeyseniz zaten pek çok gün öyle. Duygu sömürüsü yapmıyorum, bence doğruyu söylüyorum.

Salı gününü pek çok insan için değişik kılan bir şey var ama son birkaç aydır. Öyle Bir Geçer Zaman Ki. Hepimiz, bıyıkları yolunasıca Ali Kaptan tarafından aldatılmış ve tekmeyi yemiş birer Cemile, İnci hoca tarafından yanağına öpücük kondurulmuş bir Mete, Tarzan gibi bağıran ve sinema arasında istediği atıştırmalıkları edinmiş birer "küçük" Osman, Soner'i kardeşiyle evlenerek ızdıraptan kavuracağını düşünen birer Aylin, yarası fark edilmiş "ak sakallı karizmatik balıkçı" ve niceleriyiz.
Yanlışsam söyleyin. Şurada güzelce muhabbet ediyoruz.

45 dakikalık özeti ve bilmem kaç saat süren yeni bölümüyle Salı akşamını bu acılı hayatlara vermekten galiba mutluyuz. Bize bir şey anlatıyorlar. Bizi, istemediklerimizi, görmediklerimizi, inanmadıklarımızı...

Yine anlatacaklar. Bunları yazıyorum ama, heyecanla da bekliyorum ne olacak diye. Dedim ya, Salı başka türlü Salı olmayacaktı belki de.

Her neyse. Dizi alemini geçelim. Bugün mutfağa girmek istiyor muyum sorusunu sordum, kendime. Bu soruyu hep soruyorum. Mutfağa girecek kadar sinirlenmemişim yine. Belki de annem benden önce girdiği içindir. Mutfak denemelerimde en çok annem ve babam yara alıyor. Ne yapalım ki elim lezzetli, yaptığım şey yeniyor. :)  Onlar da yiyor. Zaten ziyan eden sınıfından değiller. Olmayan diyabetlerini ve kolesterollerini biraz tetiklemiş olabilirim. Bu, ileride sizinle mutfak paylaşımı yapmayacağım anlamına gelmiyor. Bugün değil!
Ama yarın, hazır olun. Damla sakızlı kurabiye yapıyoruz.
Damla sakızı beni benden alan bir şey. Kokusu, verdiği kıvam, mesela sütlaç ya da muhallebi ya da geçen günkü kek. Ahh! Damla sakızı, yalnızca çenemi oyalayan sakızda seni sevmiyorum. Çünkü damla sakızı kıymetlidir. Ağızlara sakız olmasına gerek yoktur. Uzaktan gelen, gizemli kokusu olan, yanından ayrılmak istemediğiniz bir insan gibidir. O sizi anlar, bir tutamıyla damağınız, mideniz şenlenir.
Deneyin, eğer biraz olsun ona sevginiz varsa beni anlayacaksınız.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Bir Pazartesi Bir Sevgililer Günü Bir Kış Mevsimi

Fena sayılmayan bir haftasonu geçirdim -gerçekten fena sayılmazdı. Pazar gününü biraz dinlence biraz da temizlikle nihayete erdirdim (neticede halen ailemleyim ve birbirimize uyum sağlamamız gerek).
Bu sabah gözlerimi açtığımda günün ve haftanın bir acayip geçeceğini bilmeliydim. Neden mi? Çünkü; gözlerimi açmamım sebebi Demet Akalın kahkahası idi. Kendisini çok sevmem. Hatta çok kelimesini atalım. Dürüst olayım.

Kendileri “Türkmax” ekranlarında idi. Hafta içi her sabah 9.30 gibi başlayan ve neredeyse 5 saat süren canlı yayın “Her Şey Tadında” adlı programın magazin kısmında konuşuyormuş. İzledim mi? Hayır. Sesi ile beni uyandırdı ve... Neyse.



Kahvaltıdan sonra her zaman olduğu gibi sıkıldım ve mutfağa gidip gitmemek konusunda düşündüm. Kararım bugün mutfağa gitmemek oldu. Onun yerine mutfak dışı faaliyetler yapmayı seçtim. Mutlu muyum? Evet.
Sürekli mutfağa girmekten ve işim gücüm olmaması gibi sebeplerle beni kollarına alan “duygusal açlık” belası yüzünden biraz kilo almadım değil. Evvelden de “0” beden değildim. En azından bir gün girilmeyecek bir mutfak beni kurtarır düşüncesine ayırdım bugünü.
Zaten duygusal açlığımı da en uygun ve kalorisiz hale getirmek için hayatım bambaşka düzenlerde ilerliyor. Mesela; çayımda şeker yerine bol miktarda karanfil, kimi zaman da limon var.
Sonra da malum tarihe geldil. Sevdicekler günü. Uluslar arası bir kutlama günü. Benim de günümü kutladılar elbette. Ama nedense bu gün bana göre değil.
Nedenini bilmiyorum.
Bu arada; TRT'de güzel bir komedi başladı. Denk geldiniz mi? Sanırım çarşamba günleri 22:15 sularında yayınlanıyor. Adı: Leyla ile Mecnun. Ben yarısından yakaladım, zapping sanatımı icra ederken. Bir “ak sakallı dede” bir aşka çözüm getirmek için akıl verdiği garip gencin evine yerleşiyor. 


Şuradan baksanız daha iyi olabilir aslında.





Sözlerimi nihayete erdiriyorum. Bugüne özel olarak bir “falım” sakızım vardı. Sevdicekler gününde Falım'ın bana layık gördüğü falı sizlerle paylaşmak isterim:



Koluna taktı mı sepeti
Doldurur içine vişneleri
Sana da ikram edecek
Göreceksin pek ilgili

Evet, fal bu. Sizce ne demek istiyor ki?!

13 Şubat 2011 Pazar

Bir limonlu kek hikayesi

Blogu hazırladım, facebook ve twitter sayfalarımı da hazırladım (kendimce) diyerek derin bir nefes aldım. İşsiz hayatımın güzel yardımcıları diye sanal olarak seviyordum sayfaları. “Bu kadar internet gezintisi bana yetti.” diye düşünüp annemi ve babamı da güzel bir cumartesi öğleden sonrası için kapının önüne koymuştum.
Planlarım dahilinde film izlemek ve dinlenmek vardı. Biliyorum biliyorum, film izlerken de dinleniriz aslında, ama sessiz bir ortamda, izlenen filmin büyüsüne kapılıp dinlenmek keyfi başkadır, kanımca. Bu hayallere dalmış dakikalarımda, güzide evimizin çeşitli noktalarından gelen telefon sesleri ile kendime geldim.
Annem “akşama misafirimiz olabilir, bir kek falan yapsan”, buyurdu. Telefonu kapatıp mutfağa koştum. Limonlu ve damla sakızlı bir kek yaptım. 

Nasıl yapıldığına dair lafları sıralamadan önce kullanılması gereken malzemeler var elbette. İlk malzeme, evet her şeyden önce gelen ilk malzeme: müzik.
“The Definitive Simon and Garfunkel” en güzel Simon and Garfunkel şarkılarının buluştuğu albümdür.

Kafalar karışmasın, tarif sağlıklı olsun diye, sırf sizi düşündüğüm için işte malzeme listesi tüm ihtişamıyla karşınızda.
Tüm evi iştahınızı gıdıklayan kokusuyla dolduracak bu kek için:
    - 1 adet limonun kabuğu -rendelenmiş
    - ¾ su bardağı limon suyu
    - ¼ su bardağı süt
    - 4 yumurta -lütfen oda sıcaklığında
    - 2,5 su bardağı un -elersek harika olur
    - 1 - 1,5 su bardağı şeker
    - 1 çay kaşığı toz damla sakızı -yoksa damla sakızı reçeli de olur, yeter ki siz üzülmeyin
    - 1 paket kabartma tozu
    - 1 paket vanilya
    - yarım su bardağı sıvı yağ – fındık yağı mükemmel olur mesela

Bu birbirinden harika malzemeler nasıl birleşecek, bu kek nasıl ortaya çıkacak diyorsanız yapım aşamasını da hiçbir detayı atlamadan sizlere armağan ediyorum.

Yumurta ve şekeri birbiriyle ölümsüz bir şekilde birleşene kadar, neredeyse bembeyaz olana kadar çırpalım.
Un, kabartma tozu ve vanilyayı ekleyelim. Malzemeler birbirini kabullenene kadar onları da çırpalım. Sonra beraberliğe yeni bir aktör olarak yağı ekleyip çırpmaya devam edelim. Çırpma işlemlerinin arasında bir boşluk yaratıp fırını 175 dereceye ayarlarsanız mutluluk size bir adım daha yaklaşmış olur, söylemedi demeyin!
Limon suyunun üstüne korkmadan sütü ekleyen kişiler aynı korkusuzlukla o karışımı hamurun içine dökerek çırpmaya devam etsinler hemen ardından damla sakızı ve limon kabuğu da kek hamuru içindeki yerini bulsun. 
Şöyle bir hal alıyor fırına girmeden hemen önce
Zaten kokuyu almaya başlamışsınızdır. Korkmadan kaşıkla veya işaret parmağınızla hamurdan ufak bir parça tadın. Fırından çıkacak muhteşem kekin habercisi tat ile tanışın.

Önceden sizi uyardığım gibi ısıttığınız fırına keki emanet edin. 40 – 45 dakika kadar hayallere dalın. 
Sonrasını ben tarif edemem zaten. 


Afiyet, bal, şeker...

Önemli!: Bu kek hayallerinizdeki kadar kabarmayabilir. Bana ve kendinize kızmayın sakın. Her kek kabararak kendini ispatlamak zorunda değil. Tıpkı pek çok insanın sevdiği mesleği yapamadığı  gibi.

12 Şubat 2011 Cumartesi

"Hi!" derler bizim orda

İlk sözüm kesinlikle içimden gelen bir "merhaba". Burayı neden işgal ettiğimi henüz tam olarak kestiremiyorum. 2010 yılı haziran ayı itibariyle halkla ilişkiler ve reklamcılık adıyla iletişim fakültelerine yerleştirilen bölümden mezun oldum. Fena bir öğrenci sayılmazdım. Bir süre hiç para almadan çalıştım. Bu arada; o bir süre dediğim süre 4 ay ediyor. Nedenini hala bilemediğim bir sebepten ötürü işi ani bir kararla, 2011'in ilk günlerinde tarihimin tozlanacağını düşündüğüm sayfalarına gönderdim. 
Şimdi evdeyim. İş aramaktan sıkıldığım andan beri mutfaktayım. Deneyebileceğim her tarifi deniyorum. Hayatımı burada paylaşmak istiyorum. Yemekler, düşünceler, kitaplar, müzikler, filmler ler ler ler... Evde oturan bir kadın ne yapıyorsa o işte.
Senelerce sabahın en erken saatlerinde güne başladım ve geç saatlerde bitirdim. Öğrenciydim. Her öğrencinin sahip olabileceği eğlenceli hayatı ben de yaşadım. 
Mezun olunca bu hayatı iş hayatına dönüştürmek istedim ama iş bulamadım. Mutsuz muyum? Bazen evet. Evde oturmak hem iyi hem de kötü. Sinirleniyorum ister istemez. Her sinirlenişte mutfağa atıyorum kendimi. Yemek, pasta, kurabiye, şerbetli tatlı... aklınıza ne gelirse. Saatlerce sinir atıyorum mutfakta. Benim için zor bir durum. İşi olmayan biri okuyorsa şu anda bu yazıyı, eminim bana hak verecektir. Her neyse. Hepinize merhaba.
Beni izlemenizi elbette isterim. Ve yorum bırakmanızı da. Küfretmediğiniz sürece her kelimeniz kabulum.
Beni sevebileceğiniz ümidi ile sevgiler dilerim hepinize.