15 Şubat 2011 Salı

Salı akşamları

Bu hafta da, tıpkı diğer haftalarda olduğu gibi bir salı gününü barındırıyor. Bakın benden nasıl bir fikir yumurtlaması geliyor: Salı, varlığından ya da yokluğundan çok haberli olmadığımız bir gün.
Pazartesi, hafta başı kendine has bir sendromu var.
Çarşamba, hafta ortası ve insana kendini biraz olsun iyi hissettiriyor.
Perşembe, Cuma'ya bir kala!
Cuma, kim mutlu değil ki!
Cumartesi, güneşli ya da güneşsiz, harika.
Pazar, akşama kadar uyumalı, kalan zamanda duş alıp, kaşlarını düzeltip, tırnaklarını daha iyi törpüleyip, pazartesiye kin ve nefret yüklemeli.

Peki, Salı?

En azından benim için öyle. Salı anlamsız. İşsizseniz ve evdeyseniz zaten pek çok gün öyle. Duygu sömürüsü yapmıyorum, bence doğruyu söylüyorum.

Salı gününü pek çok insan için değişik kılan bir şey var ama son birkaç aydır. Öyle Bir Geçer Zaman Ki. Hepimiz, bıyıkları yolunasıca Ali Kaptan tarafından aldatılmış ve tekmeyi yemiş birer Cemile, İnci hoca tarafından yanağına öpücük kondurulmuş bir Mete, Tarzan gibi bağıran ve sinema arasında istediği atıştırmalıkları edinmiş birer "küçük" Osman, Soner'i kardeşiyle evlenerek ızdıraptan kavuracağını düşünen birer Aylin, yarası fark edilmiş "ak sakallı karizmatik balıkçı" ve niceleriyiz.
Yanlışsam söyleyin. Şurada güzelce muhabbet ediyoruz.

45 dakikalık özeti ve bilmem kaç saat süren yeni bölümüyle Salı akşamını bu acılı hayatlara vermekten galiba mutluyuz. Bize bir şey anlatıyorlar. Bizi, istemediklerimizi, görmediklerimizi, inanmadıklarımızı...

Yine anlatacaklar. Bunları yazıyorum ama, heyecanla da bekliyorum ne olacak diye. Dedim ya, Salı başka türlü Salı olmayacaktı belki de.

Her neyse. Dizi alemini geçelim. Bugün mutfağa girmek istiyor muyum sorusunu sordum, kendime. Bu soruyu hep soruyorum. Mutfağa girecek kadar sinirlenmemişim yine. Belki de annem benden önce girdiği içindir. Mutfak denemelerimde en çok annem ve babam yara alıyor. Ne yapalım ki elim lezzetli, yaptığım şey yeniyor. :)  Onlar da yiyor. Zaten ziyan eden sınıfından değiller. Olmayan diyabetlerini ve kolesterollerini biraz tetiklemiş olabilirim. Bu, ileride sizinle mutfak paylaşımı yapmayacağım anlamına gelmiyor. Bugün değil!
Ama yarın, hazır olun. Damla sakızlı kurabiye yapıyoruz.
Damla sakızı beni benden alan bir şey. Kokusu, verdiği kıvam, mesela sütlaç ya da muhallebi ya da geçen günkü kek. Ahh! Damla sakızı, yalnızca çenemi oyalayan sakızda seni sevmiyorum. Çünkü damla sakızı kıymetlidir. Ağızlara sakız olmasına gerek yoktur. Uzaktan gelen, gizemli kokusu olan, yanından ayrılmak istemediğiniz bir insan gibidir. O sizi anlar, bir tutamıyla damağınız, mideniz şenlenir.
Deneyin, eğer biraz olsun ona sevginiz varsa beni anlayacaksınız.

1 yorum: